11 Eylül 2024 Hoşgeldiniz
Yenileniyor
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • K.Maraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Bu günlere nasıl gelindi?

kategorisinde, 17 Oca 2021 - 19:06 tarihinde yayınlandı 535 defa okundu
Bu günlere nasıl gelindi?
Recayi Çelik Tüm Yazıları

Çok zor olmasa gerek huzurlu bir toplum inşaası.

Cumhuriyet kurulurken acı sarmalından geçen bu millet, kucaklaşmaya gayret ve çaba göstermişti. Büyük ölçüde başarılı atılımlar ve yeniliklerle birlikte, vatan ve bagımsızlık arzusu yaşayan milletimiz,  tırnakları ile başını kaşıyabilecek duruma gelmişti.
Milletimiz, sancılı bir süreçten geçti.Ancak yılmadı huzurlu bir gelecek adına müthiş gayret ve özveri ile kenetlenerek, bağımsızlık yolunda koşar adımla ilerlemesini bildi.

Ne zaman ki gücünü ve birlikteliğini hissettirmeye başladı ;Kendini dünyanın hakimi ve jandarması kabul ettirme gayretinde olan kapitalist güçler, içeride Cumhuriyet ve kazanımlarına hazımsız gruplarla, işbirlikçilik yaparak fitne tohumları serptiler. 

1950’lerden sonra sanayi, ekonomi ve tarımsal politikalarla kendine yetebilecek ülke konumunu kazanan ülkemiz, özellikle batılı ülkelerin negatif anlamda hedefine oturtuldu. Milli birlik ve beraberligimizin kazanımları, bu tür hayin guruplar aracılıgı ile sekteye ugratılıp durma hatta gerileme sürecine sokuldu.

Mustafa Kemal’in devrimleri, O’nun hayata göz yumması ile birlikte toprağa gömüldü. Etnik milliyetcilik ve din üzerinden siyasetin ülkeye fayda sağlayamayacağı, büyük ve güçlü bir devlet olmanın yolunun toplumsal refahtan geçecegi gerçegi göz ardı edilerek, farklı görüş ve beklentileri olan düşünceler önemsenip, lokal siyasi yol izlendi.

Bu lokal siyaset, partilere ve particilere şahsi kazanımların yolunu açmaktan öteye gidemediği gibi emperyalist güçlerin ekmeğine de bolca yağ sürmüş oldu.Bu parçalanmış yapının, ülkeyi felaketler zincirine mahkum edeceği gün gibi açık görünsede, popülist siyasi aktörler bunda bir mahsur görmedi. 70’li yıllarda Bülent Ecevit hak ve halk söyleminin öncülüğünü yaparak, etnik köken ve mezhep farklılığı gözetmeden, Mustafa Kemal’in ömrünün vefa etmediği, en büyük hayali olan, toprak reformlarını hayata geçirecek, aşiretcilik ile beslenen ağalık yani feodal yapının kucaklaşmadaki en büyük engel olduğu gerçeğini görüp siyasetine bu yönde ivme kazandıracak, köy kent projesini başlattı.

Biraz evvel değindiğim emperyalist güçler ve o nun iç bağlantıları, sağ sol akımlarını tırmandırmak sureti ile ülkeyi kan gölüne çevirmede başarılı oldu. Ülkenin eğitimli, aydın beyinlerinin bir kısmı yurt dışına çıkarıldı, bir kısmı cezaevlerine konuldu. Büyük bir kısmı faili meçhullerle ortadan kaldırıdı. 80 ihtilali hazırlanmış adeta dayatma yolu ile müthiş propaganda ve reklamla Özal Hükümeti bulunmaz Hint Kumaşı edasında,  siyasi tercihimize mecbur kılındı. Ülkenin her karışında ve bütün yuttaşın benliğinde özümseyerek kucaklaşacağı, milli birlik ve beraberlik yolu tıkatıldı. Artık kapitalizm, ülkemizde ayakları yere basar duruma gelmiş, kirli tırnakları yer edinmiş oldu. Adeta demir perde ülke konumlanması, Özal ile birlikte zincirlerini kırarcasına dünyaya açıldığını sanan insanımız, tüketim çılğınlığı ile bankaların cirit attığı, yolsuzlukların, hırsızların kol gezdiği fırsatlar ülkesi görünümüne büründürülmüştü.

Dışa bagımlılığını katmerlemiş , gözü kararmış, üretmeyi unutmuş, tüketim çılgınlığı furyası ayyuka çıkmıştı. Milli birlik ve beraberlik kavramları askıya alınmış rüşvet ve yolsuzluk meşrulaşmıştı. İşini bilen memurlar türemiş, vatandaş verdiği rüşveti pazarlık sonucu düşürerek iş bitiriciliği ile övünür duruma gelmişti.

Özal’ı iktidar yapan söylemler toplumun alehine dönmüş, ülke dış ve iç borç batağına sokulmuş, tam da kapitalizmin arzuladığı ağız tatında bir kıvama gelmişti. İran-Irak savaşı Irak’ın parçalanma sürecini başlatmış, bir koyup üç alacağız fikri söylemde kalmış, terör guruplarının Türkiye baskılarını arttıracak zemin oluşturulmuştu. Her fırsatta etnik kimlik ve mezhepler üzerinden siyasi rant sağlama çabasında olan liderler doğu ve güneydoğu halkını dışlanan bir toplumu kucaklıyormuş edasında siyaset üretip, kaymağını yemekten geri kalmamış, artık açıktan açığa kürt kimliği üzerinden siyaset ayyuka çıkmıştı. Öyle ki , Erbakan din eksenli siyasete,  bir de etnik söylem ilavesi ile iktidara ortak olmanın önünü açmıştı.

Siz “Ne Mutlu Türküm Diyene “sözünde ısrarcı olursanız, birileri de çıkar “Ne Mutlu Kürdüm Diyene” der ise ne yapacaksınız çıkışı, Erbakan’ın bölgesel siyaseti artırmış ve gelecekte başka bir akıma öncülük yapmıştı. Ne idi bu akım diyecek olur ise Cumhuriyet’ten rahatsız iki gurubu birlikte haraket etme akımı diyebiliriz. Kimdi bu farklı akımlar sorusuna, çok gerilere gitmeden, Kürt Sait isyanlarının savunucuları ile İstiklal Mahkemelerinin idamlarla cezalandırdıgını, bana göre İngiliz himayesine girmekte sakınca görmeyen, savunucularına göre din alimi ve kanaat önderleri kisvesindeki İskilipli Atıf Hoca gibi kişilerdi.

Bu iki dış beslemeli gurup , ortak müşterekte birleşerek, Cumhuriyet’i yıkarak batının istedigi parçalanmış yapıya musait bir zeminin startını vermiş oldular.

Teknoloji, görsel ve yazılı  medya yolu ile algı yönlendirme metodları , toplumu dönüştürülmeye uygun bir kaba sokulmuş oldu. Artık siyaset daha kolay bir yapıya bürünmüştü. Amerika’ya gidip bir kaç görüşme yapan, öncü siyasetçi rolünü kapmış olmanın rahatlıgı ile istedigi veya istenilen manevra kabiliyetini kazanmış oldu.

Milletimiz, kendi gerçeginden uzak, sadece izledikleri ve gösterilenleri gerçek kabullenerek siyasi tercihlerini yapmak duruma terk edilmişti. Bir taraf da böyle bir hazırlık varken, devletin savunuculuğu rolünü üstlenenler, adeta bu birlikteliğe çanak tutarcasına bir katalizör görevi üstlenmiş, toplumdan uzak, mutlak sahip, vazgeçilmez elit edasında, gelişmeleri bir film seyicisi gibi izlemekle yetinmemiş, ülkenin mozaik yapısından ve milletin dini hassasiyetlerinden bihaber, bütün bu gelişmelere çanak tutmuş, yanaşılacak liman olmaktan uzaklaşmıştı.

90’lı yıllar da ekonomi dibe vurmuş, terör tırmanmış, her zaman oldugu gibi mutlu azınlık dışında kalan halk, bankalara muhtaç, özgür kimliğinden uzak, bir taraftan da alıştırıldığı tüketim alışkanlığına boğulmuş, “ayağını yorganına” göre degil, bankaların müsaade ettiği kadar yaşamaya mecbur kalmıştı. Bütün her şey karmaşık içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Bir yandan terörle boğuşan ülke, diğer yandan ekonomik olarak iflasın eşiğine gelmişti.

99 seçimlerinden sonra 57. Hükümet kurulmuş, koalisyon hükümeti olmasına rağmen, uyumlu bir görüntü vererek, parçalı yapı tamiratını üstlenmişti. Ekonomik tedbirler, BDDK hayata geçmesi ile kontrol altına alınmış, terörle mücadele, ciddi dış politika anlayışının sonucu, Öcalan’ın teslim alınışı ile bitirilme noktasına getirilmişti.

BOP’un hayata geçebilmesi, Irak’ın toprak bütünlügünü kaybetmesi ile mümkün olabileceğini düşünen ülkeler (ABD , İngiltere ve İsrail), Irak’a girebilmek için,  topraklarımızı kullanma zorlamasına, Ecevit ‘in” müslüman kanı akıtılmasına musaade etmem” çıkışı, 57. Hükümetin sonunu getirmekle kalmamış, Recai Birgül ‘ün ifaadesi ile Ecevit’e suikast yapılarak sağlığından edilmiş ve ABD ‘nin planlarının  siyasetteki en büyük engeli devre dışı bırakılmıştı.

28 Şubat süresince hazırlanan senaryolar, artık meyvesini verecek, ezilen, horlanan yok sayılan muafazakar kesimin, top yekün sahiplenecegi bir oluşumuna, yeni bir parti kurulacak, coğrafyamız üzerinde ki planlar, bu yeni oluşum ile nihai hedefine koşar adım ilerleyecekti.                   

YORUM YAZ

Yorum Yazabilmek İçin Lütfen Giriş Yapın.